Istiklâl Marşımızın kıta, kıta açıklaması

Başlatan sindirgidedeler, 10 Şubat 2011, 23:50:40

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Istiklâl Marşımızın kıta, kıta açıklaması

[IMG]http://img6.imageshack.us/img6/7620/mehmet1m.jpg[/img]

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

- Birinci kıtada;Şair Ey Türk milleti korkma, dehşete düşme ve ürperme. Çünkü sen Yaratana inanan Islamiyet’i kabul etmiş Ibrahim milletindensin. Senin ırkın sevgili peygamberimizin övgüsüne mahzâr olmuş necip asil bir milletin soyusun. Islâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. (Yüzen al sancak) yüzünü haktan başka bir yöne çevirme. Senin 1400 yıllık dalgalanan şanlı bayrağın var. Türk Islam milleti demek, Altaylardan Tuna’ya tek bir sestir. Hürriyetini ve karakterini bütün dünyaya haykırır. Türk milletini esir etmek düşüncesi bile korkunçtur. Dünya tarihinde bunun örnekleri çoktur!
Akif bayrağımızın yurdumuzun üstünde tüten en son ocağın söndüğü ana kadar dalgalanışına devam edeceğini söylerken, Türk milletinin son ferdine kadar bayrağını ve onun ifade ettiği değerleri yaşatacağını dile getiriyor. Son vatan evladı kalana kadar hürriyet mücadelesi devam edecektir diyor. Bu kutsal ocak ebediyete kardan Allah’ın izniyle sönmeyecektir. Nasıl ki gök deki yıldızları yere indirmeye kimsenin gücü yetmez. Dördüncü mısrada şair Türk milletinin bağımsızlığına çok kısa sürede kavuşacağı hakkındaki kesin inancını Allah’ın izniyle ortaya koyar. Istiklal benim Milletimin olacaktır bunda hiç şüphem yoktur. Bağımsızlık benim milletimin hakkıdır, bu hakka Allah’tan başka kimselerin gücü yetmeyeceğine kalbi ruhuyla Türk milletine açıkça bir ifadesidir.


Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!

-Ikinci kıtada;Şair Türk vatanının bazı bölgeleri düşmanlarca işgal edilmiş o günkü ruh haliyle milletin yüzüne bakar kaşları çatık suratları asık sanki çaresizlik içinde ve şair burada milleti temsil eden bayrağa bakar ve bayrağımızı bir yüze benzeterek hilâli kaş, yıldızları da göze benzeterek bayrağımızın o zaman ki kırgın küskün ve öfkeli halini dile getiriyor.Şair bayrağımıza bakarak Ne bu şiddet bu celal, umutsuzluğa kapılma senin temsil ettiğin bu millet senin uğruna nice canlar feda etti. Senin iman gücün var. Bu inanç ve iman gücün önünde nice şahlar diz çöktü.Şair üçüncü mısrada Türk milletine birde mesaj veriyor. Bundan sonra atalarından miras vatanına
sahip çıkmasan vatanını düşmanlardan korumasan, sonra uğruna dökülen kanlar helal olmaz, Çünkü asırlar boyunca Türk milleti bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna nice şehitler vermiştir. Allah’a inanan hakkı hak bilen Türk milletinin bağımsızlık en doğal hakkıdır. Istiklal Türk milletinindir.


Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

-Üçüncü kıtada;Şair açıkça Türk milletinin hürriyetini ve bağımsızlığı ilan ediyor. Üçüncü kıtanın ilk mısrasında Türk milleti adına ‘Ben' diye sesleniyor. Ben ezelden beri hür yaşadım bundan sonrada hür yaşamaya devam edeceğim diyor. Benim ceddim tarihler boyunca hiç esaretle yaşamadı bende yaşamam diyor. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım! Bu çılgınlığın dersini Çanakkale’de gördüler. Allah o günleri bu millete bir daha yaşatmasın. böyle bir çılgınlık olursa, yine kükrer Allah’ın vermiş olduğu iman ve inanç gücüyle aşılmaz engelleri aşarım, yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.Şair burada şunu kast ediyor. Atalarımız Allah, Allah sedasıyla üç kıtada at koşturdular, yedi düvel gelse bile Türk milletinin önünde diz çöker. Hürriyetimi elimden alanlara sabrım taşar düşmanın başına dünyayı dar ederiz, vatan uğruna enginlere bile sığmam taşarım. Türk milleti Altaylardan,Tunaya Adriyatik’ten Çin sedine kadar koşacak güçtedir.
son mısralarda; Âkif o zamanki imkansızlıklarla rağmen şiir diliyle son mısraya kahramanlık havası estirerek, Türkün kahramanlığını ve Türk’ün yılmaz karakterini konuşturup bağımsızlığını ve hürriyetini dünyaya haykırır hakikaten. Türk milletinin geçmiş tarihine bakıldıkça “kükremiş sel” gibi özelliğini ve kahramanlık karakterini açıkça görürüz.


Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar?

-Dördüncü kıtada;Şair Bağımsızlık için mücadele veren milletine şöyle seslenmektedir. Garp kelime anlamlı batı demek. Burada batılı devletlerinin yani (haçlı) zihniyetinin gücü her ne kadar bizden üstün olsa dahi. Türk milletinin iman gücü karşısında zayıf kalır. Batının teknik açıdan gücü her ne kadar üstün olsa da; göğsü iman dolu bir milletin karşısında bir hiçtir. Hak ve hakikat yolunda olan inanç asla mücadeleyi bırakmaz ve sonunda istediğini elde eder. Bunun örneğini “Milli Mücadele”mizde ve Çanakkale savaşında bizim askerlerimizin mermisi bittiği halde kurşuna karşı göğsünü siper ederek süngüyle savaşmıştır. Işte fark burada 'Seyit çavuşun 276 kg top mermisini bir anda iman gücüyle kaldırmasıdır. Işte Âkif üçüncü mısrada diyor ulusum korkma bu iman gücü karşısında hangi kuvvet dayanır.Şair son mısrada yine batıyı kast ederek “medeniyet”, maskesi altında çeşitli hilelere baş vuran haçlı zihniyetini tek dişi kalmış bir canavara benzetmektedir. Bu canavar gerçekte korkulacak bir güce sahip değildir demektedir. Bağımsızlığı için mücadele veren Türk ulusunun cesaretini güçlendirerek. Ey milletim siz korkmayın, bu canavar boşuna ulurcasına haykırıp gözdağı vermeye çalışmaktadır. Kalan tek dişiyle bir şey koparamaz ve bağımsızlık adına mücadele veren kahraman Türk milletini asla yıldıramazlar. Çünkü bu canavarların gerçek yüzleri geçmiş tarihte ve günümüzde (Sovyetlerde Afganistan’da ve orta doğuda bellidir.


Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

-Beşinci kıtada;Şair kahraman Türk milletine ve askerine o dönem içinde yaşanan durumu da dikkate alarak. Türk milletine azim ve karlılık içinde nice siperlere göğüs gerdiniz aynı azim ve kararlılıkla "Su uyur düşman uyumaz" ata sözünde hatırlatarak hepiniz kardeşsiniz omuz omuza vererek yurduna sahip çıkın. O alçakların yurdumuza ayak basmamasına izin vermeyin. Gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın .Şehit düşünceye kadar kanının son damlasına kadar. Vatan, Millet ve Bayrak uğruna savaş.Şair burada doğacaktır hakkın sana vaat ettiği günler yakın. Allah'ın izniyle zaferi müjdeliyor. Belki yarın veya daha kısa zamanda. Âkif burada kalben inanarak Allah’ın Türk milletine Kuran- ı Kerimde vaat ettiği zafer gününün ilâhi lütfun tecelliyat-ı kainatın efendisi sevgili Peygamberimizin övgüsünü alan necip Türk milletinin adına sonuçlanacağını emin ve inanarak açıkça duygularını ifade ediyor. Bu görüşe devlet büyüklerimizde katılarak.
Atatürk sağlığında Türk-i cumhuriyetlerinin bir gün bağımsızlığına kavuşacağını söylemiştir. Türkeş’de ben bütün Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını isterim demiştir. O dönemi yaşayan büyüklerimizde. Türk milletine yapılan insanlık dışı zulümlerin fazla sürmeyeceğini ifa etmektedirler. Örnek 1917 ihtilali ile kurulan Sovyetler 1992 yılında yıkılmaya başladı. Bir çok Türk cumhuriyetleri bağımsızlığına kavuştu.


Bastığın yerleri ‘’toprak! ’’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

-Altıcı kıtada; Âkif milli duygularını konuşturarak, vatan toprağının kutsallığını dile getiriyor. O günkü genç nesille sesleniyor! Üzerinde yaşadığın yeri bir toprak parçası gibi görme. Vatan diye atalarımızın yurt edindiği bu topraklara canıyla kanıyla çok bedel ödediler. Her karış toprağı ile taşı şehit kanıyla sulanmıştır. Altında uğruna can feda eden şehitlerimiz yatıyor. Çanakkale bunun bir örneğidir. Sen şehit oğlusun bu vatan sana atalarından mirastır.Bir gün vatanı müdafaa mecburiyetine düşersen gerekirse ataların gibi bu vatana canını siper edeceksin ve uğrunda şehit olacaksın. Atatürk'ün gençliğe hitabesi bunun en açık örneğidir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! Işte, bu âhval ve şerâit içinde dâhi, vazifen; Türk Istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Þair son mısrasında; Bu vatan uğruna dünyaları sana verseler bile, senin bu cennet vatanın bir çakıl taşı kadar değeri yoktur. Asil değer senin sahip olduğun göğsündeki iman ve damarlarındaki taşıdığın o asil kandır. Bu kanın manevi değeri kutsaldır. Bu değeri sende almaya Cenabı Allah’tan başka hiç bir kuvvetin güçü yetmez.


Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Þüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

- Yedinci Kıtada; şair milli duygularını coşturarak. Türk Vatanı’nın yüceliğini ve güzelliğini şöyle anlatmaktadır. Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda, nasıl ki bireyin yuvası evidir. Bir millet olarak o milletin yaşadığı topraklarda vatanı ve yuvasıdır. Vatan olmadan bir milletin varlığının olması mümkün değildir. Bir ana şefkati gibi bize kucak açan şu yaşadığın toprakların, sıradan bir toprak olmadığını düşün. Uğruna şehit verilmiş kutsal topraklardır. Bir avuç toprağını sıksan bile şehit kanı süzülür. Onun için bu topraklarda yatan şehitlerini incitmemek için ve üstündeki yaşayanları da zillet ve esarete düşürmemek için, bütün varımı yoğumu asladâ 'Hûda' Yeter ki beni Allah vatanımdan etmesin 'cüda' kanının son damlasına kadar vatan uğruna canla başla çalışmak en kutsal görevdir diyor. Vatanını seven canını malını vatan uğruna vermekten çekinmez. Peygamber efendimiz bir hadiste şerifte şöyle diyor (Vatan sevgisi imandan gelir (Hz Muhammed)Şairimizde; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır” “Toprak eğer uğrunda ölünüyorsa vatandır” der. işte bu sözler tam bizim aziz vatanımız için söylemiştir. Dünya üzerinde başka bir millet gösterilemez ki, bizim kadar vatanı için can vermiş olmasın. Âkif o zamanki duygularını ve bağımsızlık çabasını! Vatanımız ile milletimizin bir beden ve bir ruh olduğunu ne güzel anlatır:
bu vatan için savaşmış, can vermiş şehitlerimiz, analarımızın, göz yaşı nazlı gelinlerimizin saçlarıdır, perçemleridir. Karlı dağlarımızın dorukları yaşlı dedelerimizin yüzüdür, sakallarıdır. Bir mızrak gibi Ege Denizine uzanan dağlarımız yiğitlerimizin bükülmez bilek ve çelikten kollarıdır. Vatanımız öylesine milletimizle bir vücut olmuştur ki milletimizi vatanımızdan ayırt etmek mümkün değildir.


Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar__ki şahadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

-Sekizinci Kıtada;Şairimiz Âkif din ve vatan uğruna şehit olanların ruhlarına tercüman olmakta beraber, dini duygularını da ilave ederek. Ey Yüce Rabbimiz, Rahman ve Rahim olan adınla bize verdiğin inanç, iman ve azimle “Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir”. Vatanı canımızdan aziz bildik ve sevdik…
Vatanı namus, Bayrağı can bildik. Bizler vatan uğrunda kanlarıyla destanlar yazan, şehitler ve gazilerle dolu bir milletin çocuklarıyız. Ecdadımızın bu vatan topraklarını bizlere nasıl emanet ettiğinin bilinci içerisindeyiz. Vatan uğrunda her fedakârlığı göstereceğimizi Ilahi huzurunda sana söz veriyoruz vatan en değerli varlığımızdır. Ya Rabbi bu ezanlar bu şahadetler ki dinin temeli, değmesin mabedimin üstüne namâhrem eli. Türk milleti dinine, diyanetine, bayrağına, ırz ve namusuna bağlı bir millettir. Bu kutsal değerlerini ayakta tutmak ve Ezan-ı Muhammed’inin sesini daima yüce tutmak için zaferden zafere koşmuştur. Malazgirt’te, Çanakkale’de, Sakarya’da, Istanbul’un fethinde ve daha nice yerlerde kanlarını canlarını vermişler, şahadet şerbetini içmişlerdir. Yüce Allah’ım! Ruhumun senden dileği şudur:
”Eşhedü enla ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammed’den resulullah” şair o inanç ve iman ruhuyla Yüce Allah’a niyazında böyle sesleniyor. Ya Rabbi bu şahadetler bu ezanlar yüzü suyu hürmetine bu sesler ebedi yurdumun üstünde inlemeli.


O zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım;
Her cerihamda, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi terden na-şım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

-Dokuzuncu Kıtada; şair Bir toplumun yaşadığı vatanda huzur ve güveninden bahsetmektedir. Insan nasıl ki dinsiz, ailesiz, evsiz ve komşusunuz yaşamak mümkün olmadığı gibi, vatanda huzursuz yaşamak da mümkün değildir. Âkif’te bu kıtada, Ey Yüce Rabbimiz sen bizi rahmetinden mahrum etmediğin sürece, o zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım. Fışkırır ruh-i mücerred gibi terden na-şım! O her şeye kadirdir. 'Mücerred' gibi az bir şey çok hükmüne geçer, senin ilahi kudretinle vücud rüsuh ettikçe,yani çoğaldıkça birlik beraberlik kuvvet ziyadeleşir.
Milletimin hür olduğunu görmenin ve şehitlik makamına ermenin kıvancı ile sevinç göz yaşlarım, savaşta aldığım yaralardan boşanır. Cesedim cisimsiz bir ruh gibi göklere çıkar ve o kadar yükselir ki, belki göğün en yüksek katı olan Arş’a (Allah’ın yüce katına) ulaşır.Şair Türk milletini şöyle tarif ediyor. Asırlardır bu necip Türk milletinin müdafaa ettiği dava bütün mazlum milletlerin davasıdır. Bu Davayı nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Türk- Islam milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.


Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Edebiyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, Milletimin istiklal.

-Onuncu kıtada; Büyük vatan şairi. Akif, içinde bulunduğu coğrafyanın ve bir meyvesi olduğu Türk-Islâm tarihinin uyanık bir beyni olarak, dünyayı ve içinde bulunduğu çağı çok iyi tahlil etmiş, onun eksik ve arızalarını, çürümüş yanlarını teşhis ederek inanç, vicdan ve bilim içerikli vurgular yaparak.
Istiklal Marşımızın son kıtasında tekrar. Türk milletini temsil eden rengini şehitlerimizin kanından almış şanlı bayrağımıza hitap etmektedir.
”Þanlı bayrağım! Sen de artık şafaklar gibi al renginle, göklerimde hür ve mesut olarak dalgalan. Yeniden şafaklardan doğan aydınlık gibi, Türk Milleti de bu sıkıntılı ve karanlık günlerden sonra aydınlığa kavuşacaktır. Uğruna dökülen kanlarımızın hepsi sana helal olsun.
Türk Milleti’nin yok olması, dağılması ebediyen söz konusu olamaz. Çünkü; daima hür yaşamış olan Türk milleti Allah’a inanan ve ona kulluk eden, daima vatanı uğruna çalışan ve savaşan milletimin, bağımsızlık ve istiklal her zaman hakkıdır.
Büyük Türk -Islam düşünürü Istiklal marşımızın yazarı. Âkif evrensel düşünerek. O günkü durumdan da duygularını şöyle ifade etmektedir. Bir milletin yaşadığı çağda bir milletin en güçlü silahı dildir. Bir şiirindeki mısralarında aynen şöyle sesleniyor. ((((Yer çalışsın, gök çalışsın; sen sıkılmazsan otur!)))) Diye haykırarak milleti, tembellikten, cehaletten uyarmaya çalışır. Bazen de tembellik ve miskinlik neticesinde, Islâm’ın bir zamanlar ilim merkezi olan şehirlerinin, bugünkü virâne hali karşısında isyanını dile getirir.Şair burada dilinde ne kadar önemli ve etkili güç olduğunu dile getirir.
”DIL” Bir milletin ortak rüyasıdır. Onda bir milletin en aziz, en değerli, en büyük ve en tılsımlı hazineleri gizlidir.
Bir devlet, başka bir milleti tarih sayfasından silmek istediği zaman, işe onun dilinden başlayacaktır. Burada, “Dil” kılıçtan keskindir. Sözünü hatırlamamız yerinde olacaktır. Çünkü yapmada ve yıkmada dil, en tesirli silâhtır. Dilde, fertleri yalnızlaştıran güçler; rahatlıkla o milleti parçalayabilir. Bu tehlikenin farkında olan Türk büyükleri ilk yazılı eserlerimiz olan Göktürk Kitabeleri'nden bu tarafa bu konuya hassasiyetle eğilmişlerdir. Tanzimat'tan bu yana, Türk toplumunun içine ekilen ayrılık tohumlarının büyük bir kısmı dille olmuştur.

Istiklâl Marşımızın şâiri ( Mehmet Ragif ) Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 74. yıldönümü 27 Aralık 2010 yılında bu yazı kaleme alınmıştır…

Tuncay AKDENIZ (Ardahan)
Muzaffer ÖNLER (Elazığ)
(Türkiye.27.12.2010)[/font]
Linkback: Istiklâl Marşımızın kıta, kıta açıklaması
  • Gösterim 9,856 
  • Edebiyatımızdan Seçme Şiirler
  • 2 Yanıtlar




#1
Istiklal Marşı’nın orjinal metni
ISTIKLAL MARÞI VE AÇIKLAMASI




Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim, milletimindir ancak.

Mehmet Akif, Türk milletine cesaret ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için, şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin  geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi Türk milletinin istiklalini kaybetmesidir.Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden Türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz.Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…

Hakkıdır, Hak’a tapan milletimin istiklal!

Þair, ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş, yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak, öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca, edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman Türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır.Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milleti de özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü, Türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp, göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah’a inandığı için özgürlük onun hakkıdır.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaştım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarim.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Þair “ben” diyor.(Ancak kastettiği mana aslında bizdir Türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan Avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında Avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair batıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak Avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken Mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir.

Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakin.

Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Þair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canini feda etmesini öneriyor.Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah’ın Türk milletine Kuran-Kerimde vaat ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır.

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Þair Türk ordusuna vatanin kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatani dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanimiz üzerindedir.

Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?

Þüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Bu vatan cennet kadar kıymetlidir.Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider.Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Allah’a şair hitap ediyor. Mehmet Akif’in Allah’tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar Türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir.

O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşim,

Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;

O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizin de ruhları şad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır.Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!

Þair zafer gününün heyecanını yaşıyor.Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Artık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitlerimizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah’a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdir.

Mehmet Akif ERSOY

“Pek aziz ve muhterem efendim,
Istiklâl marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamaklarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır Zât-i üstadânelerinin matlûb şi’iri vücûda getirmeleri maksadın husûli için son çâre olarak kalmıştır. Asl endîşenizin icâbettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehiç vâsıtalarından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbeti arz ve tekrar eylerim.”

Bu mektubun yazılmasından bir ay bile geçmeden milletin istediği Istiklâl Marşı yazılmış ve kahraman orduya ithaf olunmuştu. Marş, Maarif Vekili Hamdullah Suphi ve arkadaşları tarafından beğenilmişti. Yalnız bu marşın üstada-ı rencide etmeden Büyük Millet Meclisi’nden nasıl geçirileceği üzerinde düşünülmüştü. Bu sıralarda Maarif Vekâletince seçilen yedi marş da Büyük Millet Meclisi’ne getirilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart  1337 (1921) tarihindeki toplantısında kararı, Karesi Meb’usu Basri Çantay, Meclise gelen marşlardan birinin okunması için bir takrir vermişti. Bu takrir Meclis üyelerinin re’yine sunulmuş ve tasvîb olunmuştur.

Marşlardan birinin okunması için Meclis Reisi tarafından, Hamdullah Suphi Bey kürsüye davet edilmiş ve ezcümle şöyle konuşmuştur: -Arkadaşlar, hatırlarsanız, Maarif Vekâleti son mücâdelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şâirlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi, burada yedi tanesi en fazla vasfı hâiz olarak görülmüş ve seçilmiştir.

Hamdullah Suphi, Mehmed Âkif’ten bir marş yazmasını rica ettiğini, marşın yazıldığını, beğenildiğini söylemiş ve intihabının Meclis’e ait olduğunu da sözlerine ilâve etmiştir. Hamdullah Suphi, gür sesiyle Meclis’in kürsüsünde Istiklâl Marşı’nı okumuştur.

“Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, Hakka tapan milletimin ISTIKLÂL”

mısraları ile bu marş, Meclis üyelerinin şiddetli ve heyecanlı tezahüratına vesile olmuş, salon alkış sesleriyle dolmuştur. Kastamonu meb’usu Dr. Suad Beyin 12. Mart. 1337 (1921) tarihinde Büyük Millet Meclisi Riyasetine vermiş olduğu takrirde:

Riyâset-i Celîleye :
Müzâkere kifayetini ve Mehmed Akif Beyin Istiklâl Marşı’nın kabulünü teklif ederim.

Bundan başka Bolu meb’usu Tunalı Hilmi de takrir vermiş ise de reddedilmiş ve gene aynı tarihte Karâsi meb’usu Hasan Basri tarafından Riyâset-i Celîleye verilen takrirde:

Riyâset-i Celîleye :
“Bütün meclisin ve halkın takdîrâtını celbeden Mehmed Âkif Beyefendinin şiirinin tercîhan kabulünü teklif ederim. ‘ ‘

Takrir Meclis Reisi tarafından oya sunulmuş ve kabul edilmiştir.

Böylece Mehmed Âkif tarafından yazılan marş Istiklâl Marşı olarak ekseriyetle kabul edilmiştir.

Kırşehir Meb’usu Müfid Efendi, bu marşın, Hamdullah Suphi Bey tarafından Kürsüde tekrar okunmasını Konya Mebusu Refik Koraltan da Milletin ruhuna tercüman olan işbu Istiklâl Marşının ayakta dinlenmesini teklif etmiştir.

Bunun üzerine 12 Mart 1337 (1921) ‘de kabul edilen ve kanuniyet kesbeden Istiklâl Marşı tekrar Hamdullah Suphi tarafından okunmuş ve marş ayakta dinlenmiştir.

“Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakkın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”

Işte bu ruh ve îmân ile Türk Ordusu Sakarya boylarında, Izmir yollarında Allah’ın lütuf ve insaniyle şecaat ve kahramanlıklarını göstermiş ve nihayet 9 Eylü 1922 tarihinde Hakk’ın vaat ettiği o parlak güneş, Izmir ufuklarında doğmuş, Müslüman Türkün saffet ve kudreti karşısında düşman büyük bir hezimete uğramış ve denize dökülmüştür.

Aziz ve mübarek vatanımızın her karış toprağı şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış, zaferin şahikasına ulaşmıştır. Nitekim Istiklâl Marşında:

“Korkma ! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!”  mısraları ne derin bir mânâ taşımaktadır.

Izmir’in meşhur Kadife Kalesi’nde büyükŞanlı Türk bayrağı dalgalanmağa ve şiddetli alkışlar arasında yurdun her tarafında zafer şenlikleri yapılmağa başlanmıştı.

Mehmed Âkif’e niçin istiklâl Marşı’nı Safahâtı’na koymadığı sorulduğunda o büyük insan:

“O benim değildir. Ancak milletimindir.” diye cevapta bulunmuştu. Aynı zamanda müsabaka için ayrılan (500) TL. o zaman fakir çocuk ve kadınlara örgü öğretmek, bir geçim sağlamak emeliyle teşekkül etmek üzere bulunan Darü’l Nisaiyye’ye teberru etmiştir.

Yakın arkadaşlarından, Ankara Baytar Müdürü’nün anlattığı palto hikâyesine göre. Millî Mücâdele sırasında. Ankara Baytar Müdürlüğünde bulunmuş olan bir zât. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi konferans salonundaki bir konuşmasında şöyle demişti:

Mehmed Âkif’in giyecek bir paltosu yoktu. Tâceddin Dergâhi’ndan Büyük Millet Meclisi’ne kadar paltosuz olarak yaya giderdi. O zamanlar Ankara’nın soğuğu çok şiddetli idi. Ben daireme gelir, paltomu Mehmed Âkif’e gönderirdim. O da giyer Meclise giderdi, Istiklâl Marşı için verilen parayı geri vermesinden dolayı kendisine, Mehmed Âkif üzerinde bir palton yok, verilen parayı da almazsın, dedim. Bunun üzerine, bana darıldı, paltomu da kabul etmedi. O soğuklarda paltosuz olarak Büyük Millet Meclisine gitti, geldi.

Mehmed Akif’in buna benzer şahsına has daha birçok meziyetleri vardır. Dürüsttür, hattâ Harb-i Umûmî içinde kardeşinin evinde çayı şekerle içtiklerini görünce, milletin yemediğini siz nasıl yiyorsunuz, demiş ve bir müddet kardeşinin evine bile gitmemiştir. Mehmed Âkif’in rahatsız bulunduğu Alemdağı’nda son günlerde içlerinde Târık Us’un da bulunduğu bir grup üstadın ziyaretine gitmişler, Mehmed Âkif bitkin bir hâlde yatağında yatıyordu. Konuşma esnasında söz Istiklâl Marşı’na intikâl ettirilmiş, gelen ziyaretçilerden biri:

- Acaba Istiklâl Marşı yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demiş, bu söz üzerine yatağında bitkin bir hâlde yatmakta olan Akif; birdenbire başını kaldırmış ve ona:

- Allah bir daha bu millete Istiklâl Marşı yazdırmasın!
Evet:
- Allah bir daha bu memleketin, bu milletin istiklâlini tehlikeye düşürmesin! Bir daha onu istiklâl Marşı yazmaya mecbur etmesin, sözüyle ziyaretçileri susturmuş, o büyük insanın ne demek istediği herkes tarafından anlaşılmıştı.

Büyük insan Mehmed Akif Ersoy, mezarına milleti için yazmış olduğu istiklâl Marşı’yla konulmuştur. Tarihte kendi eseriyle gömülen ilk bahtiyar ölülerden biri de şüphesiz Mehmed Âkif Ersoy olmuştur.

Cenâb-ı Hak rahmet etsin, ruhu şad olsun.

*Veli Ertan,  Milli Kültür Dergisi, Aralık 1979

Istiklâl Marşı’nın Açıklaması
Millî ve manevî değerleri coşkunlukla işleyen edebî eserler, o milleti manen kuvvetli kılar. Savaş sırasında cephedeki askere cesaret ve kuvvet, geride kalana sabır ve metanet verecek şiirlere, hikâyelere, destanlara, türkülere ihtiyaç vardır. Böyle buhranlı devrelerde, milletin şâirlerden, yazarlardan beklediği manevî destek budur.

Işte Âkif, Türk milletine, cesaret, metanet, sabır aşılamak, daha doğrusu onda mevcut bulunan bu duyguları harekete getirmek üzere kaleme aldığı şiirine “korkma” sözüyle başlıyor. “Al sancak” yâni bayrak, bir milletin istiklâlinin sembolüdür. O elden ele dolaşan bir meş’ale gibi nesilden nesile sönmeden, yere düşürülmeden devredilecektir.

Bayrağın sönmesi, Türk milletinin istiklâlini kaybetmesi, “yurdun üstünde tüten en son ocağın sönmesi” ise, son Türk erkeğinin ölümü demektir. O hâlde, son Türk erkeği, son nefesini vermeden, Türk istiklâlini yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zîra bayrağımız, milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir. Bize, milletimize aittir. Biz yaşadıkça onu kimse elimizden alamaz. Bu kıtada anlatılanları bir cümle ile ifâde etmek istersek; Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe, istiklâlini kimse yok edemez.

Þâir ikinci kıtada; bayrağımızın o zamanki kırgın, küskün, öfkeli hâlini dile getiriyor. Türk vatanının bâzı kısımları istilâ edilmiştir. Bu yüzden bazı bayraklarımız indirilmiş, yerlerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak, öfke hâlini ifâde eder. Kaş bizim edebiyatımızda hilâle benzetilir. Sevgilinin kaşları dâima hilâl şeklinde gösterilmiştir. Sevgili de nazlı bir güzeldir. Aşıkına eziyet etmekten, onu üzmekten zevk duyar. Bayraktaki hilâl de, tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman Türk ırkını üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği ise, gülen bir yüzdeki kaşlar gibi, hilâlin açılmasıdır. Türk milleti, bayrağımızı yine göklerde dalgalanır hâlde görmeyi arzu etmektedir. Bir aşıkın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi, istiklâle âşık Türk milleti de istiklâlin sembolü olan bayraktan, yüzünün gülmesini, hilâl şeklindeki kaşının açılmasını beklemektedir. Bu ise milletimizin en tabiî hakkıdır. Çünkü, Türkler, istiklâlleri, bayrakları uğruna pek çok kan dökmüştür. Bu kanları bayrağa helâl etmesi için, onun da artık nazlanmayı bırakıp, göklerde dalgalanması lâzımdır. Bu kıtada, Mehmet Âkif, üstü kapalı olarak Allah’a hitap etmekte, Türk milletine bu dayanılmaz hâli, düşman istilâsını reva gördüğü için, Allah’a serzenişte bulunmaktadır. Zîra Müslüman Türk milleti, asırlarca îlâ-yı kelimetullah (Allah kelâmını, Kur’anı yüceltmek) Islâm dînini ve adaletini dünyaya yaymak için savaşmıştır (gaza etmiştir). Bu uğurda pek çok şehit vermiştir. Böyle bir milletin düşman istilâsına uğraması haksızlıktır. Bu durum ancak günahkârlara reva görülebilir bir cezadır. Türk Milleti dâima Hakk’a (Allah’a) inandığı, taptığı, onun yolundan ayrılmadığı için bu cezayı hak etmemiştir. Onun hakkı istiklâldir.

Üçüncü kıt’ada şâir “ben” diyor. Ancak kastettiği mânâ aslında “biz”dir. Türk milleti adına konuşmaktadır. Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır, dâima da hür yaşayacaktır. Ona esaret zinciri vurmaya kalkışmak çılgınlıktır. Zîra böyle bir harekete yeltenenler ağır şekilde cezalandırılır. Türk milleti, hürriyeti ve istiklâli uğrunda, önüne çıkacak her engeli aşacak kudrettedir. O böyle yüce bir gaye için, dağları yırtmak, engin denizleri taşırmak,bendleri aşmak gibi olağanüstü hareketleri başarabilecek güçtedir. Ergenekon Efsânesi, Türk’ün bu üstün vasfını ifâde etmektedir.

Dördüncü kıt’ada, şâir, vatanımızı istilâya yeltenen Avrupalılara meydan okuyor. Yirminci asrın başında Avrupa medeniyeti artık can çekişmektedir. Ondokuzuncu asırdaki üstünlüğünü kaybetmiş durumdadır. Bu yüzden tek dişi kalmış bir canavardır. Ancak Avrupa bu zayıflamış durumunu hazmedemediğinden, mevcut teknik imkânlarını seferber ederek, topuyla, tüfeğiyle bizi yok etmek gayretindedir. Avrupa medeni imkânlarını, Türklüğü dünya haritasından silmek için, bir vasıta olarak kullanmaktadır Mehmetçiğin süngüsüne topla, tüfekle cevap vermektedir. Avrupalı kendini çelik zırhlarla korurken Mehmetçik, onun modern silâhlarına îman dolu göğsüyle karşı durmaktadır. Bu silâhlarıyla, Avrupalı, kudurmuş bir canavar gibi uluyarak, kahraman Türk ordusunu sindirmeğe çalışmaktadır.Şâir, askerlerimize, bu artık eski gücünü kaybetmiş, zâlim, Müslüman Türk düşmanı, haçlı ordularından korkmamalarını, îman dolu bir göğsün, en modern silâhlara karşı koyabileceğini haykırıyor. Neticede Mehmet Âkif, haklı çıkmış, Avrupa medeniyeti îmanlı Türk askeri karşısında gerilemeğe mecbur edilmiş, bir kısmı Akdeniz’e dökülürken, bir kısmı da bayrağımızı selâmlayarak, memleketimizi terk etmiştir.

Beşinci kıt’ada, şâir yine kahraman Türk askerine hitâp ediyor Türk yurduna alçakları (düşmanları) uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini tavsiye ediyor.Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler, düşmana mâni olacaktır. Bu kıt’ada “uğratmak” sözü de tesadüfen kullanılmış değildir.Şâir bu sözü, “Düşman yurdumuza girmesin”, “Onu yurda sokma” mânâsına kullanmamıştır. “Uğramak” bir yerde çok kısa bir süre için bulunmaktır. Mehmet Âkif, düşmanın çok kısa bir süre için de olsa, yurdumuzda bulunmasına müsamaha edilmemesini Türk askerinden islemektedir.Şâir, bu hayâsızca akının uzun sürmeyeceğine, Allah’ın Türk milletine (Kur’ânda) vaat ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır. Bu îmanını, orduya da aşılamak arzusundadır.

Altıncı kıt’ada da şâir, Türk ordusuna vatanın kutsiyetini hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük fark vardır. Toprağı vatan hâline getiren onu elde etmek ve korumak için şehit olan atalarımızın, o topraktaki mezarlarıdır. Kısacası alelâde toprak büyük bir değer taşımaz. Ama vatan toprağı, uğrunda şehit olan atalarımızın kanıyla sulanmış olduğu, şehit mezarlarıyla dolu bulunduğu için mukaddestir.
Bu vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın her yerinde vardır. Ancak şehit atalarımızın mezarları sâdece bu vatanın üzerinde mevcuttur. Bu yüzden vatanımızı korumak için seve seve canımızı veririz. Yedinci kıt’ada da, aynı duygu ve düşünceler işleniyor. Bu vatan cennet kadar kıymetlidir.Şehit olanın ruhu, dini inançlarımıza göre doğrudan doğruya cennete gider.Şehitlerimiz, bu vatan topraklarında yattığı için, vatanımız da cennetten farksızdır. Bu vatan topraklarının her tarafı şehit mezarlarıyla baştan başa doludur. O kadar ki, toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Bu yüzden de, bu vatan bizim en mukaddes, en sevgili varlığımızdır. Canımızı, canımızdan çok sevdiğimiz insanları, varımızı yoğumuzu Allah’a seve seve veririz. Esasen her şeyi bize veren Allah’tır. Istediği zaman da elimizden alır. Onun emrine karşı gelmek, isyan etmek aklımızdan geçmez. Fakat Allah’tan bir tek dileğimiz vardır: O da bizi yaşadığımız sürece vatanımızdan ayrı düşürmemesidir.

Þâir, sekizinci kıt’ada Allah’a hitâp ediyor.Şâirin Allah’tan yegâne dileği, mabedinin göğsüne yabancı (düşman) eli değmemesidir. Camilerimiz ve mukaddes saydığımız bütün varlıklarımıza düşman eli değmemelidir. Bu ezanlar ebediyen, Türk yurdunun üstünde inlemelidir. Ezan sesi hiçbir zaman susmamalıdır. Islâmiyetin beş şartından biri de kelime-i şahadet getirmek, yani “eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü” demektir. Günde beş vakit okunan ezan’ın mâna ve muhtevası içerisinde kelime-i şahadet de vardır. Bir insanın Müslüman olması için kelime-i şahadet getirmesi şarttır. Ezan ve kelime-l şahadet olmayınca, Islâmiyet de olmaz.

Dokuzuncu kıt’ada, ezan sesleri, yurdumuzun üstünde inlediği müddetçe şehitlerimizin de ruhlarının şâd olacağına işaret ediliyor. Ezan sesi, sadece yaşayanlara değil, ölülere, hattâ onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir mânâ taşır.Şehit atalarımızın maddeden tecerrüd etmiş (sıyrılmış) ruhları yerden fışkırarak ezan sesiyle ayağa kalkacak ve arşa yükselecektir.

Son kıt’ada şâir, zafer gününün heyecanını yaşıyor.Şanlı bayrağımız dalgalanmakta, şafağın kırmızılığıyla  adetâ yarış edercesine, gök yüzünü Kızıl renge boyamaktadır. Türk ırkı, yeniden hürriyetine ve istiklâline kavuşmuştur. Artık onun için yıkılmak, yok olmak düşünülemez. Bayrağımız göklerde dalgalanmaya başladığı için, şehitlerimizin kanlarını helâl edebiliriz. Zira, hedefe ulaşılmış, yüce gaye gerçekleşmiştir. Kısacası zafer kazanılmıştır. Esasen bu Allah’a tapan ve doğruluktan ayrılmayan büyük Türk milletinin en tabiî hakkıdır.

BöyleceŞâir, şiir boyunca vatanımızın kutsiyetini, istiklâlin mânâ ve ehemmiyetini bu uğurda canım vermenin her Türk askeri için, bir borç olduğunu ifâde etmiştir. Son kıt’ada da kahraman Türk ordusuna çok yakında gerçekleşeceğini ümit ettiği, büyük zaferin heyecanını yaşatmak suretiyle, onun manevî gücünü son noktasına ulaştırmayı başarmıştır

Istiklal Marşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin millî marşıdır. Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınan bu eser, 12 Mart 1921′de Birinci TBMM tarafından Istiklal Marşı olarak kabul edilmiştir. Istiklal Harbi’nin başlarında, Istiklal Harbi’nin milli bir ruh içerisinde verilmesi imkânını sağlamak amacıyla Maarif Vekaleti, 1921′de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. Kazanan güfteye para ödülü konduğu için önce yarışmaya katılmak istemeyen Mehmet Akif Ersoy, Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin ısrarı üzerine, Istiklal Harbi’nin özellikle hangi ruh ve ideolojik çerçeve içerisinde verilebileceğini Türklere göstermek amacıyla, Ankara’daki Taceddin Dergahı’nda yazdığı ve Istiklal Harbi’ni verecek olan Türk Ordusu’na ithaf ettiği şiirini yarışmaya koymuştur. Yapılan elemeler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Akif’in yazdığı Istiklal Marşı kabul edilmiştir. Mecliste Istiklal Marşı’nı okuyan ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver olmuştur.

Mehmet Akif Ersoy Istiklal Marşı’nı, şiirlerini topladığı Safahat’ına dahil etmemiş ve Istiklal Marşı’nın Türk Milleti’nin eseri olduğunu beyan etmiştir.Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katılmış, 1924 yılında Ankara’da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini kabul etmiştir.[4]  Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930′da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni OrkestrasıŞefi Osman Zeki Üngör’ün 1922′de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de Ihsan Servet Künçer yapmıştır. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde Istiklal Marşı olarak söylenebilmektedir.

Türkiye’de ilk defa bir milli marş yazılması teşebbüsü, 1920′de Genel Kurmay Başkanı Ismet Inönü tarafından yapıldı. Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret eden Ismet Inönü, Milli heyecanı koruyacak, milli azim ve imanı besleyecek, zinde tutacak bir marşın yazılmasını, ordu adına teklif etti. Yarışma Maarif Vekaletinin genelgesiyle okullara duyuruldu ve basın yoluyla da “Türk şairlerinin nazarı dikkatine” sunuldu. Yarışmaya 724 parça şiir katıldı. Fakat hiçbirisi milli marş olmaya layık görülmedi. Böyle bir marşın ancak Mehmet Akif tarafından yazılabileceği ve para meselesinden dolayı yarışmaya katılmadığı da ağızlarda dolaşıyordu. Hasan Basri Bey, para meselesinin kaldırıldığını söyleyerek, Akif’in yarışmaya katılmasını sağladı. Mehmet Akif’in şiiriyle birlikte üç parça, orduya gönderilerek, asker üzerinde tesiri en fazla olan eserin tespit edilmesi istendi. Cevap olarak Mehmet Akif’in şiirinin beğenildiği bildirildi.

Maarif Vekaleti tarafından gönderilen Istiklal Marşı teklifi gündeme alındı. Başkanvekili Hasan Fehmi Efe’nin başkanlığındaki toplantıda ele alınan marşın tab ve tevziine karar verildi. Marş, Hamdullah Suphi tarafından Meclis’te okundu. Büyük bir coşkuyla dinlenen marş, sık sık alkışlarla kesildi. Marşın kabul edilmesi, 12 Mart 1921 tarihindeki toplantının öğleden sonraki oturumunda ele alındı.

Akif’in marşının oya sunulması kararlaştırıldı ve “Oy birliği ile kabul edildi.” Marş teklif üzerine en son ayakta dinlendi. Kahraman orduya ithaf edilen marş, Istiklal marşı olarak kabul edildi. Akif  “Onu milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim. Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım” dedi ve bu marşı Safahat’a almadı. Istiklâl mücâdelesinin en çetin bir safhasında milletin duygularını belirtecek bir “Istiklâl Marşı”nın yazılması istenmiş ve böylece, Maarif Vekâleti tarafından bir müsabaka açılmış ve müsabakada birinciliği kazanacak zâta 500 lira nakdî mükâfat verileceği ilân edilmişti.Yurdun her tarafından 500′den fazla şâir müsabakaya girmişti. Fakat yazılan marşlar, milletin hissiyatına tercüman olacak bir durumda değildi. Mehmet Âkit, marşın mükâfatlı olmasından dolayı müsabakaya katılmamıştı. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi böyle bir marşın ancak, Safahat nâzımı şâir Mehmed Akif tarafından yazılabileceğine inanmış ve 5Şubat 1337, Milâdî 1921 tarihinde şu mektubu kendisine yazmıştır.



Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren sindirgidedelerkoyu..com sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.Knın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur.Sindirgidedelerkoyu..com hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim sayfamızdan bize bildirdikten en geç 3 (üç) iş günü içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.
Footer menü
Hakkımızda
Bize Ulaşın
Biz Kimiz
Hizmetlerimiz