"I" Harfiyle Başlayan Deyimler...

Başlatan mehmethoca, 18 Eylül 2011, 22:21:24

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ibret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak."Görmesini bilseydi ibret alırdı her hâlde."

Icabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak."O adamın icabına bakarız, merak etme sen."

Iç çekmek: Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak."Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi."

Iç etmek: Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldırıp kimseye göstermemek."Babasına bildirmeden o kadar parayı iç etmiş."

Iç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. Istek uyandırmak.

Içi açılmak: Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak."Denizi, kuşları, ağaçları seyre dalarım, böylelikle içim açılır, rahatlarım."

Içi cız etmek: Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek."O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti."

Içi çekmek: Canı arzu etmek, istek duymak.

Içi çıfıt çarşısı: 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık.

Içi dışı bir: Ikircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü bir olan."Içi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz."

Içi dışına çıkmak: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak.

Içi erimek: Kaygı duymak, çok üzülmek.

Içi geçmek: 1. Istemediği hâlde uyuya kalmak. 2. Işe yaramaz duruma gelmek. 3. Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak."O artık içi geçmiş bir ihtiyardır."

Içi gitmek: Çok fazla istek duymak."Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum."

Içi içine sığmamak: Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak."Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım."

Içi kabarmak (kalkmak): 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak."Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım buradan."

Içi kan ağlamak: Içten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak."Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu."

Içi kazınmak: Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak."Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu."

Içinden gülmek: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek.
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
Içinden okumak: 1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek."Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız."

Içinden pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben."

Içine atmak: 1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak."O her şeyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum."

Içine dert olmak: Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak."Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu."

Içine doğmak: Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek."Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu."

Içine işlemek: Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak."Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki."

Içine çekilmek (kapanmak): Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek."Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüşmüyor."

Içine kurt düşmek: Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek."Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü."

Içine sindirmek: Benimsemek, iyice kabul etmek.

Içine sinmemek: 1. Içi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. Istediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak."Işi bitirdim ama hiç de içime sinmedi."

Içine sokacağı gelmek: Birini aşırı ölçüde, çok sevmek.

Içine yedirememek: Benimsememek, kabul edememek.

Içini dökmek: Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak."Þu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım."

Içini kemirmek: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak."Içini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu."

Içini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak.

Içi parçalanmak (paralanmak): Birine acıyarak çok üzülmek."Onun bu hâlini gördükçe içim parçalanıyor."

Içi rahat etmek: Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak."Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak."

Içi sızlamak: Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek.

Içi titremek: 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak."Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim."

Içi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek."Sanki yalnız onun içi yanıyordu."

Içler acısı: Oldukça üzücü, çok acıklı.

Içli dışlı olmak: Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak."Biz Fatma`yla iyice içli dışlı olduk."

Içtikleri su ayrı gitmemek: Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak.

Idare etmek: 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek."Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez."

Ifade vermek: Sorguya cevap vermek.

Iflâhını kesmek: Gücünü tamamiyle yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek."Ben adamın iflâhını keserim, anladın mı?"

Ifrit olmak: Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak."Ifrit oluyorum şu adamın hareketlerine."

Iğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık, yürünecek gibi değil.

Iğne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya çalışmak.

Iğne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak, kilo vermek."O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş."

Iğneli söz: Dokunaklı, kırıcı, üzücü söz."O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu."

Iki ahbap çavuşlar: Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş, dost.

Iki arada bir derede (kalmak): Sıkışık, zor şartlar altında (kalmak).

Iki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi yapması için zorlamak, sıkıntıya sokmak.

Iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: Iki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi, böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz olmak.

Iki cihanda yüzü ak olmak: Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahrette mükâfat görmek.

Iki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek."Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik."

Iki eli kanda olsa: Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede olsa bile."Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasın gelsin."

Iki eli (birinin) yakasında olmak: Ahrette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek.

Iki gözü iki çeşme: Sürekli, çok ağlayarak."Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş."

Ikili oynamak: Birbirine karşı olanlardan hem birini, hem ötekini çıkarı için destelemek."Sendika başkanı ikili oynuyormuş."

Iki paralık etmek: Değerini, onurunu çok düşürmek."Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralık ettin, senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!"

Iki rahmetten biri: Ağır hasta olan birisi için "ya şifa, ya ölüm" anlamında kullanılır.

Iki sözü bir araya getirememek: Düşüncelerini, duygularını düzgün bir biçimde anlatamamak, güzel konuşma becerisinden yoksun olmak.

Iki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve giderini denkleştirememek."Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya gelecek."

Ileri geri konuşmak: Yersiz, kırıcı, yaralayıcı biçimde konuşmak.

Ileri gitmek: Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz, aşırı davranışta bulunmak ve haddi aşmak."O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine fırsat verilmemelidir."

Ilk göz ağrısı: 1. Ilk doğan çocuk. 2. Ilk sevgili.

Imana gelmek: 1. Hak dini olan Islâm`ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak."Imana gel, tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin."

Ince eleyip sık dokumak: Titizlik göstermek, bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden geçirmek."O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil, kaygılanma."

In cin top oynamak: Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak."Adada in cin top oynuyordu sanki."

Incir çekirdeğini doldurmaz: Çok az veya pek önemsiz."Ne akılsız adam bunlar, kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile, ayırın şunları."

Inme inmek: Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek."Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar."

Insan eti yemek: Birini çekiştirmek.

Insan evlâdı: Iyi, anlayışlı, ahlâk sahibi insan."Insan evlâdı olmasaydı, tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?"

Insan hâli: Olabilir, doğaldır, hoş karşılamak gerekir.

Insanlıktan çıkmak: 1. Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. Insanî niteliklerini yitirmek, insana yakışmayacak davranışlarda bulunmak.

Insan sarrafı (olmak): Insanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş (olmak)."Dedem insan sarrafıdır, onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen anlayıverir."

Ipe çekmek: Asarak öldürmek.

Ipe un sermek: Istenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.

Ipi koparmak: Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek, aradaki anlaşmazlığı artırmak.

Ipin ucunu kaçırmak: Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp, artık duruma hâkim olamamak; çıkmaza girmek."Biraz daha dikkatli olmalıyız, yoksa ipin ucunu kaçıracağız."

Ipi sapı yok: Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız, işsiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan."Ipi sapı yok bu sözlerin, daha inandırıcı olmalısın."

Ipiyle kuyuya inilmez: Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir işe girilmez."O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben."

Iple çekmek: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek, çok istemek."Yarını iple çekiyorum."

Ipucu vermek: Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti, onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek."Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim."

Isabet etmek: 1. Nişan alınan yere değmek, rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak."Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz."

Iskele vermek: Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak.

Ismi var, cismi yok: 1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini yerine getirmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan.

Ister istemez: 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. Istemesi üzerine, hiç vakit geçirmeden, istediği anda."Ister istemez ben de ona bağırdım."

Istifini bozmamak: Bir olay karşısında aldırış etmemek, durum ve davranışını hiç değiştirmemek."Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bense istifimi bozmadan bekledim."

Iş ayağa düşmek: Iş sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak."Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler."

Iş başa düşmek: Beklediği yardım gelmeyince, kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak."Iş başa düştü desene!.."

Iş çatallanmak (çatallaşmak): Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak, ya da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasıl ulaştırılacağı bilinemez olmak."Iş gittikçe çatallaşıyor, sense aldırmıyorsun bile."

Iş çığırından çıkmak: Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargaşalık baş göstermek.

Iş inada binmek: Bir işi yapmakta direnmek.

Işi düşmek: Birinin yardımına ihtiyaç duymak."Eh, onun da bize işi düşecek bir gün."

Işe koşmak: Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek, göndermek.

Işi ağırdan almak: Acele etmemek, bir işi yapmak için isteksiz görünmek."Söyle onlara, işi ağırdan almasınlar, müşteriler mal bekliyor."

Işi azıtmak: Yanlış ve aşırı yollara sapmak."Bu çocuk da işi iyice azıttı."

Işi Allah`a kalmak: Güç şartlar altında, beşerden hiçbir yardım umudu kalmamak."Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı, artık işi Allah`a kalmıştı."

Işi başından aşmak: Pek çok işi olmak, iş içinde kaybolmak.

Işi bitmek: 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek."Git de bak, babanın işi bitmiş mi?"

Işi duman olmak: Işi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.

Işi iş olmak: Işi yolunda, iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak."Işi iş herifin, baksana yan gelip yatıyor her gün."

Işinden olmak: Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek, görevini yitirmek."Haydi canım, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın."

Işi sıkı tutmak: Gevşekliğe yol açmamak, işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sağlamak.

Işi tıkırında olmak: Işi çok uygun ve iyi olmak."O konuşmayacak da ben mi konuşacağım, işi tıkırında adamın."

Işi yokuşa sürmek: Yapılabilir, görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak, bahaneler ileri sürmek.

Işkembeden atmak: Uydurarak söylemek, tutarı olmayan sözler sarf etmek."Ona sakın inanmayın, işkembeden atıyor."
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
Iş sarpa sarmak: Iş, içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak."Işler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan."

Işten el çektirmek: Görevden uzaklaştırmak."Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona."

Iş yok: O şeyde yarar yok, faydası olmaz."O arabada hiç iş yok, almaya değmez."

Ite kaka: Zorla, güçlükle."Adamı her sabah ite kaka işe götürüyoruz."

Itibar kazanmak: Saygınlık görmek, kendisine değer verilmek.

It sürüsü kadar: Gereğinden fazla, oldukça çok, kalabalık."It sürüsü kadar adam, nasıl başa çıkacağız bunlarla."

Iyi etmek: 1. Hastalıktan kurtarmak, sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak, kendisine mal etmek.

Iyi gözle bakmamak: Birisi hakkında iyi düşünmemek, kötü niyet beslemek."Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar."

Iyi gün dostu: Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse."Bize iyi gün dostu gerekli değil."

Iyi saatte olsunlar: Cinlerden söz edilirken kullanılır.

Izinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.

Izi silinmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak."Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar aşılanıyorlar."
Linkback: "I" Harfiyle Başlayan Deyimler...
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

             Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
             Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
  • Gösterim 3,599 
  • Deyimler Sözlüğü
  • 0 Yanıtlar





Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren sindirgidedelerkoyu..com sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.Knın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur.Sindirgidedelerkoyu..com hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim sayfamızdan bize bildirdikten en geç 3 (üç) iş günü içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.
Footer menü
Hakkımızda
Bize Ulaşın
Biz Kimiz
Hizmetlerimiz