Bölgemizden Türkü Hikayeleri

Başlatan sindirgidedeler, 16 Ağustos 2012, 05:22:08

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ormancı Türküsü'nün Hikayesi
ORMANCI
Yöresi: Milas, Muğla

Gevenes köyünde 1922 yılında dünyaya gelen MustafaŞahbudak (Bay Mustafa) ağa çocuğudur. Mustafa'nın en yakın arkadaşı köy muhtarı Tevfik Cezayir'dir. Her akşam köy kahvesinde dama oynayan iki arkadaşın iddialı ve dostane karşılaşmaları kahvehanedekiler tarafından da ilgi ile izlenir. 1946 yılının bir Temmuz gününde, MustafaŞahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayir, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında 'Sarı Memet' lakaplı Orman Memuru Mehmet In çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu Çiftlik köyünde yangın çıkmıştır. Ormancı, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Ancak bu arada 1946 seçimlerinin evrakı da Yatağan'a gönderilecektir. Her türlü evrak Yatağan'a köy bekçisi tarafından götürülmektedir. Muhtar Cezayirli, 'Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem' cevabını verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayirli, 'Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et' der ve oyuna devam eder.

Ormancı dama masasına bir yumruk atar. MustafaŞahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler MustafaŞahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar.Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp MustafaŞahbudak'ı kolundan yaralar. O zaman, MustafaŞahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir ve kurşun muhtar Tevfik Cezayir'e isabet eder. Ormancı Mehmet In, bunun üzerine kaçmaya başlar. MustafaŞahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. Ikinci atışta Mehmet In, yere düşer. Arka cebinde tütün tabakası olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama Tevfik kanlar içindedir. O günlerin imkânsızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi'ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey'e, "Babamın selamı var, bu adamı iyileştir" diye yalvarır. Doktor Veli Bey, "O ölecek, önce senin kolunu saralım" diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak, "Ben ölüyorum, hakkını helal et" dedikten sonra can verir.

Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için teslim olur, 4 yıl ceza alır. Cezaevindeyken her gece Tevfik rüyasına girer. Ancak ormancıya kini gittikçe artar. Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Mehmet In ise, tayinini ister, Kavaklıdere Orman Müdürlüğü'ne atanır. Aslen Marmarislidir. Emekliliğinden sonra oraya yerleşir. Doksanlı yılların başında da ölür.

MustafaŞahbudak da, cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla'ya yerleşir. Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşı Muhtar Tevfik Cezayir'i öldürdüğünde, arkada 25 yaşında bir eş ve 3 çocuk bırakır. Muhtar'ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayıp birkaç yıl sonra akli dengesini yitirir. Oğlunun biri Izmir'e yerleşir. Diğer oğlu ile kızı, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam ederler.

Bu arada Mustafa'nın anne tarafından akrabası olan Değirmenci Pisili Tahir Usta Gevenes Köyü'nde yaşanan bu acı olayın türküsünü bestelemiştir. Bu türkü bugün düğünlerde okunan, herkesin diline düşen Ormancı türküsüdür. Hayatının kalan yıllarını bu olayı unutmaya çalışarak geçiren MustafaŞahbudak da 28 Mart 2005 günü Izmir Ege Üniversitesi Hastanesi'nde 83 yaşında ölür. Ormancı Mehmet In ise 90'lı yılların başında ölmüştür.
Linkback: Bölgemizden Türkü Hikayeleri
  • Gösterim 7,117 
  • Yöremizden Tanıtımlar
  • 4 Yanıtlar




KERIMOÐLU
Yöresi: Yeşilyurt Kasabası, Muğla

Pisi'de(Bugünün Yeşilyurt'u) küçük bir evde, bir anne ve iki oğlu kendi hallerinde yaşarmış. Babalarını küçük yaşta kaybetmenin ezikliğini, annelerinin dul olmasının getirdiği sorunları, tütüncülük denilen o en meşekkatli ziraatçilik türünü, yokluğu ve çevre baskısını en derinden yaşarlarmış. Anne Hatice oğulları büyüdükçe onlara söz geçiremez olmuş, ne yapacağını şaşırmış. Ağabey Kerimoğlu Hüseyin (ölmüş babasının adı Kerim'miş) arasıra güzlü tütün alım satımı yaparmış. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde devletin dış borçları nedeniyle Avrupa devletleri tütün üretiminden elde edilecek vergi gelirlerini müsadere altına almışlar, Tütün Rejisi denilen bu sistemde Reji bir yandan ülke kaynaklarının bu şekilde gaspını sağlarken, bir yandan da tekel konumlu alıcı sıfatıyla tütün üreticisini ezermiş. Reji'den başka yere tütün satmak yasakmış. Reji istediği fiyatı verir, ödemeyi de istediği zaman yaparmış. Arkasında devletin yabancı ülkelerle akdettiği anlaşmalar olunca da, hükmü ve varlığı kanun koruması altında, kolluk kuvvetleri de emrindeymiş. Reji'ye birazcık karşı gelen, Reji aleyhinde birazcık konuşan, dayağı yer otururmuş. Ağabey Hüseyin en çok karşı gelenlerden ve en çok konuşanlardan olduğundan devamlı hapis yatar dururmuş. Böyle bir ortamda halkın tek gelir kaynağı kaçakçılıkmış. Kaçakçılık denilen de kendi tütününü kendi istediğine satmakmış.

1889'da gösterirken küçük kardeş Eyüp (Kerimoğlu)'da 17 yaşlarına gelmiş. O da delikanlılığın verdiği ateşle bu düzene ve sisteme isyan edenlerdenmiş. Ağabeyi Hüseyin hapse girdikçe Eyüp de hiddetlenir, daha da isyankar olurmuş.

Günlerden bir gün, Pisi'ye yakın bir köyde arkadaşları ile düğüne gitmişler. Ilerleyen saatlerde Kerimoğlu Eyüp arkadaşları ile zeybek oyununa kalkmışlar. Bunun üzerine Muğlalı zenginlerin Pisi ovasındaki arazilerinin kahyalığını yaptığı için Pisi muhtarı olan Izzet Ağa gençlere; "Utanmadınız mı bunca büyüklerin önünde oyuna kalkmaya. Ne zaman adet oldu büyüklerden izin almadan oyuna kalkmak" demiş ve küfürle devam etmiş. Zira büyüğünden izin almadan zeybek oynamaya kalkmak hakaret sayılırmış. Muhtarın karşı hakaretleri üzerine taraflar arasında tartışma çıkmış. Kerimoğlu Eyüp tartışma esnasında belinden çıkardığı bindirme tabancası ile muhtarı öldürmek için ateş etmiş. Ancak muhtar aniden kendini yana atınca sadece kolundan yaralanmış. Düğün yerinde bulunan muhtarın adamları Eyüp'e vurmaya başlamışlar ve onu çok fena hırpalamışlar. Bir ara bir fırsat bulan Eyüp ellerinden kurtulmuş ve evine sığınmış.

Çok geçmeden kolluk kuveetleri Eyüp'ün evini kuşatmış ve Eyüp dağlara doğru kaçarken çıkan çatışmada Eyüp'ün silahından çıkan bir mermi ile bir zaptiye ölmüş. Kerimoğlu Eyüp hiç yoktan bir katil olmuş. Zaptiyeler uzun süre dağda Eyüp'ün izini sürmüşler ama bulamamışlar. 19 yaşındaki bu zeki ve çevik genci ele geçiremezler. Ve nihayet Milas 'ta kaçakçı yakalamakla ünlenmiş "Kör Arap" lakaplı Ismail Çavuş'a haber salarlar.

Kör Arap, daha öncae girdiği bir çatışmada gözünün birini kaybettiğinden ve çok esmer tenli olması sebebi ile bu lakap ile anılırmış. Çok acımasız ve çok keskin nişancıymış.

Işinde uzman olan Kör Arap işe istihbarat edinerek başlamış ve Kerimoğlu Eyüp'ün Çakallar denilen bir mezrada, Ibişoğlu Ibrahim 'in çoban kulubesinde kaldığını tesbit etmiş.

1901'in çok güzel bir bahar günüymüş. Öğledensonra dört sularında, pırıl pırıl güneşli bir hava, çamların arasında dolaşan hafif bir meltem, Eyüp'ü tedbirsiz kılmış olacak ki, geceleri dağlarda kaçak dolaşıp, gündüz olunca vardığı Ibişoğlu'nun kulübesinde çok derin bir uykuya yatmış. Pencere ve kapının açıldığını farketmemiş. Uyuyan insanı yılan sokmazmış ama yılanın yapmadığını Kör Arap yapmış o sokmuş. Mışıl, mışıl uyuyan Eyüp'e hiç acımadan ve uyandırmadan, canına kıyıvermiş.

Eyüp'ün ölümünden sonra annesi Hatice kahrına fazla dayanamamış, o da çok geçmeden ölmüş. Ağabey Hüseyin önce Yerkesik'e yerleşmiş, çok geçmeden orayı da terk etmiş, nereye gittiğini hiç bilen olmamış.

Ama gün gelecek "Reji" de tarihe karışacaktı. Daha da önemlisi, Eyüp, yöre insanları için kaderine razı olmamanın, her ne olursa olsun direnmenin sembolü oldu. Pisi'nin ve Yerkesik'in de bir kahramanı vardı artık: 19 yaşında, mükafat için kalleşçe vurulan "Kerimoğlu Eyüp". Halk, kendi kahramanı için, Reji'nin ayakçısı Kör Arap'ı inceden tiye alan türküsünü yakmıştı bile...

DENIZ ÜSTÜ KÖPÜRÜR
Yöresi: Ula, Muğla

Ula'nın düğünleri düğündür hani... Erkekler oğlan evinde yiyip içip yan gelirler; kız evinde de eğlence gırla gider. Bağda üzüm toplayan, bahçede sebze çapalayan, tarlada tütün kıran kızlar; düğün günü, güzellik suyuna batıp çıkmış gibi olurlar. Düğünlüklerini giyip, saçlarını tarayan kızlar, melek kesiliverirler. Tef vurup cümbüş çaldı mı; kendinizi düğünde değil, periler ülkesinde sanırsınız. Kızlar salınır da, meydan kız görür.
Bu yüzden, Datça'lı Durmuş :
Senin çocuk kara-mara ama, hayli şirin yahu! diyenlere, göğsünü gere gere şu karşılığı verir:
-Eee, ne olsa O'nun anası Ula'lıdır...
Demesi o ki Datça'lı Durmuş'un; Ula'nın havası-suyu, güzellik ılıcasından daha etkilidir. Bundan olacak, ULA köylüklerinin köylüleri oğullarını ortaokulda okusun diye, kızlarını yorgan -dikiş öğrensin diye Ula'ya yollamanın yolunu ararlar.

Çaydere'li Osman, dayısıoğlu Nasuh Çavuş'un gelin almasında Ula'ya geldi. Alay, koca Marçal dağlarını aşıp Ula'ya geldiğinde, kız evinde çalgı-çengi sürüp gidiyordu. Ilçenin genç kızları halka olmuş; <<Ay alaylar bulaylar -Temeli de süzgün alaylar>> oyununu oynuyorlardı.

Osman, hayat (avlu) kapısının yanındaki duvarın üstüne dikilip, oynayan kızlara bir göz gezdirdi. Gözleri bir kızın üzerinde mıhlandı kaldı. Hay bakmaz olaydı! Osman'ın gönlü ırmak olup, Balcıların kızı Gülayşe'ye akıverdi.

Çaydere'li olanca gücüyle asıldığı halde, bakışlarını Gülayşe'den koparamıyordu. Sanki herkes Osman"ın kime, hangi duyguyla baktığını seziyordu. Osman ne gözlerine söz geçirebiliyordu, ne de gönlüne... Artık gönlüne kendi beyni değil; Gülayşe buyruktu.

Gülayşe ile ona bakmış, gülümsemiş miydi, ne!

Osman, gelin alayıyle birlikte Çaydere'ye dönerken; <<içimde bulgur kaynıyor: kafamda kireç söndürülüyor>> dediği zaman, yanındaki Çiftçilerin Mehmet; <<Osman mı anlamsız konuşuyor, ben mi anlamıyorum...>> demekten kendini alıkoyamadı.

O günden öte Osman, ULA düğünlerinin çağrılmayan konuğu olmuştu. Çizmelerini parlatıp atına atlıyor, soluğu Ula'da alıyordu. Marçal dağlarında, Kabaca Pıynar'ın dibindeki yatıra mum adayıp, Gülayşe'ye kavuşmak için dua etmeyi unutmuyordu.

Çoğu düğünlerde Gülayşe'yi görmüyordu. Ama bir de gördü mü, içinin tüm denizleri köpürüyordu.

Yine böyle bir düğünde, Gülayşe'ye <<gel Ayşe>> diyecek cesareti toplayabilmek için, birkaç şişe rakıyı su gibi içti. Neydi o öyle? Ayşe m dönüyordu, dünya mı?

Derken biri ilişti koluna:

-Gel be dost, dedi, <<derdin var anlaşılan. Gel bizim meclisimize katıl...>>

Çaydere'li Osman, kendini Ula'lı gençlerin sofra kurdukları hasırın üstünde buldu. Herkes dostça bakıyordu kendisine. Merhabalaştıktan sonra, bir kadeh sundular ona da.

Dülger Bekir'lerin Selver, bağlamasını düzenleyip, telleri üzerinde, telleri gezdirirken sordu :

-Merakımı bağışla Osman arkadaş UIa düğünlerini kaçırmayışının nedeni ne ola ki?

O güne dek bağlamayı eline bile almamış olan Çaydere'li Osman, birden irkildi. Yeniden doğmuş gibi oldu. Selver'in elinden bağlamayı aldı. O gün çalıp çığırdığı, sevilen bir Ula türküsü olarak günümüze kaldı. Kuşkusuz yarına da kalacak

KÜTAHYANIN PINARLARI
Yöresi: Kütahya

Bundan 100-120 yıl önce Kütahya'da bir ailenin genç, yakışıklı, sözü dinlenir, temiz kalpli bir oğulları varmış. Orta halli bir ailenin de güzel, boylu poslu uzun saçlı bir kızları varmış. Kız biraz hoppa olduğu, ele avuca sığmadığı için arkadaşları ona "deli düve" ismini vermişlerdi (düve: buzağı doğurma zamanı gelmiş yeni ineklere bazı yerlerde düve denirmiş). Işte genç yakışıklı delikanlı deli düveye aşık olmuş. O zamanlar deli düve adı dillere destandır. Genç, deli düveyi ailesinden ister, fakat kızı vermezler. Kızla genç gizli gizli buluşurlar. Bunu duyan kızın ailesi razı olur ve kızla genci evlendirirler. Fakat gençlerin saadetleri uzun sürmez, bu kızın güzelliğini duyan gören zamanın delikanlıları kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır hem de ona kin bağlarlar.

Aradan hayli zaman geçer bu genç ve güzel gelin bazı delikanlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır. Delikanlılar "kocandan ayrılacaksın yoksa seni dağa kaldırırız, kocanın da gözlerini kör ederiz" diye kıza haber salmışlar. Genç kadın önceleri aldırmaz ve kocasından saklar, onu sevdiği için bir türlü kötülük etmelerine razı olamaz ve delikanlılara şöyle haber yollar " Ne olur, kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın ne isterseniz yapayım" der. Bunu haber alan gençler kadını kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına "biz istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin" derler. Bunu duyan gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider. Çeşme başına giden delikanlılar tuzak kurarak kadını kaçırırlar. Kadın bu sırada çığlık atar o sırada kadının kocası olan Asalıoğlu sesi duyarak koşarak gelir. Kadının kocası ile diğer gençler arasında kanlı bir kavga olur ve Asalıoğlu ölür. Gençler kızı dağa kaldırmıştı öte yandan oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar.

#4
NAÞALI AHMET EFE TÜRKÜSÜ MÜ?
GEDIZ PAZARI MI?

Naşalı Ahmet Efe'nin öldürülmesine üzülen halk, bu üzüntüsünü yaktığı türkü ile dile getirmiştir. Simav'da, çevre il ve ilçelerde bu türkü ile zeybek oynanmaya devam edilmektedir. Yaygın adı "Gediz Pazarı" olan türkünün asıl adı "Naşalı Efe" türküsüdür. Bize göre doğrusu da budur. TRT repertuarına, Muzaffer Sarısözen tarafından Asım Simav'ın ağzından derlenerek kazandırılan "Naşalı Efe" türküsünün "Gediz Pazarı" adı ile anılması ve söylenmesi çok anlamsızdır. Çünkü, türkü, Gediz'in pazarı için değil Naşalı Ahmet Efe için yakılmıştır. Gediz çevresinde bu türkü ile ilgili hikayeler anlatılsa da Osmanlı Arşivindeki belgeler Gedizin bir köyünden olduğu söylenen Ahmet'in Simavlı olup Simavda ölü ele geçirildiğini kanıtlamaktadır.
Naşalı Efe türküsü, 9 Haziran 1973 tarihinde incelenerek 316 tasnif numarasıyla Türk halk müziği repertuarına alınmıştır. Naşalı Efe türküsü birim zamanı olarak 1/8'lik bir türküdür. 9 zamanlı birleşik usullerimizdendir. Tür olarak zeybek formundadır. Folklorik terminolojiye göre ise garip ayağında yakılmıştır. Dizi ve duyum olarak ise hicaz hümayun makamının tüm özelliklerini içerir.

http://scontent-a-fra.xx.fbcdn.net/hphotos-xaf1/v/t1.0-9/10923696_342646635932887_8426851245132395248_n.jpg?oh=625a4e1ac3aa5a4f6df8c042ec8b9b9a&oe=555999A7


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren sindirgidedelerkoyu..com sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.Knın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur.Sindirgidedelerkoyu..com hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim sayfamızdan bize bildirdikten en geç 3 (üç) iş günü içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.
Footer menü
Hakkımızda
Bize Ulaşın
Biz Kimiz
Hizmetlerimiz